• İki uçlu (Bipolar) duygudurum bozukluğu
(Manik-Depresif Hastalık)
İki uçlu bozukluk (bipolar bozukluk, eski adıyla manik-depresif hastalık) iki ayrı hastalık dönemleriyle karakterize bir ruhsal bozukluktur. Bu hastalık dönemlerinden bir tanesinde taşkınlık (mani), diğerinde ise çökkünlük (depresyon) bulunmaktadır. Birbirlerine zıt gibi görünen bu iki hastalık dönemi yatışma ve alevlenmelerle seyreder. Hastalık dönemleri dışında ise hasta hemen tamamen normale döner.
Bazı hastalarda ise günlük yaşamı kısmen etkileyen kalıntı belirtiler görülmekle birlikte, hastalar düzelir. Mani veya taşkınlık dönemi duygudurumun çok yükseldiği, hastanın aşırı coşkulu olduğu dönemdir. Bu dönemde hastada abartılı önemli düşünceler veya ayağı yere basmayan projeler, kendini olduğundan çok daha yüksekte hissetme, büyüklük düşünceleri, düşüncelerin hastanın zihninde adeta yarışması, kendini aşırı enerjik hissetme, uyku gereksiniminde azalma, hatta uyku gereksinimini inkar etme, sonuçlarını düşünmeden heyecanlı veya eğlenceli faaliyetlere kalkışmak (çok fazla para harcama, aşırı hızlı araba kullanma) görülen belirtilere örnektir. Diğer yandan depresyon veya çökkünlük dönemi ise yukarıda yazılan durumun tam tersidir.
Depresyonda ise hastada mutsuzluk, karamsarlık, umutsuzluk, özgüvende azalma, değersizlik hissetme, abartılı suçluluk veya pişmanlık duyguları, eskiden zevk aldığı faaliyetlerden zevk alamama, iştahsızlık veya uykusuzluk gibi değişiklikler, ölüm ve intihar düşünceleri, bedeninde nedeni açıklanamayan ağrılar ortaya çıkabilir. İki uçlu bozukluk toplumlara arası farklılık göstermemekte ve ortalama olarak %2-3 civarında görülmektedir. Erken kadın oranı eşittir ve ortalama başlangıç yaşı 20–25 arasındadır.
• Depresyon
Depresyon hastalığının yaygınlığına bakıldığında, 2010 yılı başında yayınlanan bir çalışmaya göre toplumda %8-10 arasında görülmektedir. Yaşam boyu hastalanma riski ise erkeklerde on erkekten bir tanesi, kadınlarda ise her dört veya beş kadından bir tanesi yaşamlarında en az bir kez depresyon hastalığına yakalanacaklardır. Depresyon hastalığının gündelik olağan moral bozukluğu veya demoralizasyondan farkı kişinin sadece: duygusal olarak üzgün, mutsuz, kederli hissetmesi değil ama yanı sıra düşünce olarak durumuyla ilgili ümitsizlik, çaresizlik ve karamsarlık içinde olması, kendini bu durum içinde yetersiz ve değersiz olarak algılaması ve hatta intiharı çözüm olarak görmesi, davranış olarak kendini toplumdan soyutlaması, içine kapanması, giderek durgunlaşması, hiçbir şeyden zevk alamaması ve isteksizlik göstermesi ve bedensel olarak uykusunun ve iştahının bozulmasıdır.
Diğer yandan etkili tedavi edilmeyen depresyonda intihar ile ölüm riski (tamamlanmış intihar riski) %15 civarındadır. Bunun dışında, hastalar yaşam içindeki aktivitelerini sürdüremezler ve iş, aile ve sosyal yaşamları olumsuz etkilenir. Depresyon şu anda dünyada en fazla yeti kaybı oluşturan hastalıklar sırasında dördüncüdür, 2020 yılında ise ikinci sırada olacaktır. Gelişmiş ülkelerde ise yeti kaybı açısından hep birincidir. Aynı zamanda iyi tedavi edilmemiş depresyon alkol ve madde kullanım sorunlarına, başka ruhsal hastalıklara da zemin hazırlamaktadır. Uzamış ve iyi tedavi edilmemiş depresyon bedensel hastalıklara da zemin hazırlamakta ve diyabet, kalp hastalıkları gibi bedensel hastalıkların gidişini kötüleştirip ölüm riskini dahi arttırmaktadır.
• Yaygın Anksiyete Bozukluğu
Yaygın Anksiyete Bozukluğu (YAB) olan kişilerde ise “sürekli, aşırı ve durumla uygun olmayan bir endişe durumu” söz konusudur. Aşırı endişe, kişinin günlük yaşamını olumsuz yönde etkiler ve hatta olağan yaşam etkinliklerini sürdürmesini engeller. Bu kişiler her durumda olası en kötü sonucu düşünürler, herşey kendi denetimlerinin dışındadır, iyi bir olasılık ya da geriye dönüş mümkün değildir. YAB’da aşırı endişe ve kaygı genellikle sağlık, aile, para ya da iş gibi konularla ilgilidir. Denetlenemez nitelikte olan endişe hali en az altı ay boyunca hemen hergün vardır ve gün boyunca sürer. YAB’nun yaşam boyu görülme sıklığı %5-6’dır. Başka bir deyişle, her 100 kişiden 5-6’sı yaşamlarının herhangi bir zamanın bu rahatsızlığı yaşayabilir. Yaşla birlikte kaygı duyarlılığı artar. YAB yaşlılıkta en sık görülen anksiyete bozukluğudur.
• Panik Atak
Temel özelliği, aniden ortaya çıkan ve zaman zaman tekrarlayan, insanı dehşet içinde bırakan yoğun sıkıntı ya da korku nöbetleridir. Hastalarımızın çoğu zaman “kriz” adını verdiği bu nöbetlere biz PANİK ATAĞI diyoruz. Panik Atağı, birdenbire başlar, giderek şiddetlenir ve 10 dakika içinde şiddeti en yoğun düzeye çıkar; çoğu zaman 10-30 dakika (seyrek olarak da 1 saate kadar) devam ettikten sonra kendiliğinden geçer.
PANİK ATAĞININ BELİRTİLERİ NELERDİR?
Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkışma, Çarpıntı, kalbin kuvvetli ya da hızlı vurması Terleme, Nefes darlığı ya da boğulur gibi olma, Soluğun kesilmesi Baş dönmesi, sersemlik, düşecek ya da bayılacak gibi olma Uyuşma ya da karıncalanma Üşüme, ürperme ya da ateş basması , Bulantı ya da karın ağrısı Titreme ya da sarsılma Kendini ya da çevresindekileri değişmiş, tuhaf ve farklı hissetme Kontrolünü kaybetme ya da çıldırma korkusu ve Ölüm korkusu
Bir Panik Atağında bu belirtilerden en az 4 ya da daha fazlası bulunur.
• Panik Bozukluğu
Tekrarlayıcı beklenmedik Panik Atakları ile • Ataklar arasındaki zamanlarda başka Panik Ataklarının daha olacağına ilişkin sürekli bir kaygı duyma, • Panik Ataklarının “kalp krizi geçirip ölme”, “kontrolünü yitirip çıldırma” ya da “felç geçirme” gibi kötü sonuçlara yol açabileceği inancıyla sürekli üzüntü duyma ya da • Ataklara ve olası kötü sonuçlarına karşı önlem olarak (işe gitmeme, spor, ev işi yapmama, bazı yiyecek ya da içecekleri yeyip içmeme, yanında ilaç, su, alkol, çeşitli yiyecekler taşıma gibi) bazı davranış değişikliklerinin görüldüğü ruhsal bir rahatsızlıktır
• Sosyal Fobi
Sosyal fobi bireyin başkaları tarafından yargılanabileceği kaygısını taşıdığı toplumsal ortamlarda mahcup ya da rezil olacağı konusunda belirgin ve sürekli korkusunun olduğu bir kaygı bozukluğudur. Kişiler başkalarıyla etkileşimde bulunmalarını gerektiren ya da bir eylemi başkalarının yanında yerine getirmeleri gereken durumlardan korkarlar ve bunlardan olabildiğince kaçınmaya çalışırlar.
Başkalarının kendileriyle ilgili olarak anksiyeteli, zayıf, kaçık ya da aptal gibi yargılarda bulunacağını düşünürler. Ellerinin ya da seslerinin titrediğinin farkına varacaklarıyla ilgili kaygılarından ötürü toplum önünde konuşmaktan korkabilirler ya da düzgün bir biçimde konuşamıyor gibi görünmekten korktukları için başkalarıyla karşılıklı konuşurken aşırı kaygı duyabilirler. Diğer insanların ellerinin sallandığını görmesinden utanç duyacaklarından korktukları için başkalarının yanında yemekten, içmekten ya da yazı yazmaktan kaçınabilirler.Sosyal fobi iki şekilde görülür.
Korkular bir çok toplumsal durumları kapsıyorsa yaygın tip, bazı durumları kapsıyorsa (Başkalarının önünde imza atmak, yemek yemek, konuşma yapmak gibi) yaygın olmayan tiptir.SF’nin yaşam boyu görülme oranı % 2-13 arasındadır. En sık görülen psikiyatrik hastalıklardan biridir. Türkiye’de üniversite öğrencilerinde yapılan araştırmada %24’ünde bu hastalığın olduğu saptanmıştır.
• Yeme Bozuklukları
Yeme Bozuklukları anoreksiya nervoza , bulimiya nervoza ve son yıllarda tanımlanan tıkınırcasına yeme bozukluğu gibi psikiyatrik hastalıkların içinde yer aldığı bir tanı grubudur. Bu hastalıklar ruhsal kaynaklıdır ve bedensel belirtiler ön planda gibi görünse de ciddi ruhsal sorunlarla birliktedir. Anoreksiya nervozadaki temel belirtiler; zayıf bir bedene sahip olma arzusu, kilo almaktan aşırı korku, beden imgesinde bozukluk ve adet kesilmesidir.
Hasta kilo kaybetme amacıyla özel davranış biçimleri geliştirir. Hastaların yaklaşık yarısı bütün yiyecek alımını ileri derecede azaltarak kilo kaybeder. Bazıları yoğun egzersiz yapar. Hastaların diğer yarısı sıkı diyet uygular, ara sıra kontrol kaybederek tıkınırcasına yemek yer ve ardından bu yediklerini kusarak çıkarır. Hastalar aldıkları besinlerin kilo yapıcı etkisini azaltmak için laksatif (ishal yapıcı) , diüretik (su atıcı) gibi ilaçlara da baş vurabilirler.
Sonuçta hasta, sağlığını tehdit edecek ölçüde zayıflamıştır. Bulimiya nervoza aşırı yeme atakları ve ardından gelen kusmaların ön planda olduğu bir yeme bozuklukları tablosudur. Hasta yine zayıf bir beden sahip olmak istediği için anoreksiya nervozadaki gibi yediklerini dışarı atmak, kalori yapıcı etkilerini gidermek için çeşitli yollara başvurur. Ancak bu tabloda farklı olarak hasta hafif kilolu ya da normal beden ağırlığındadır. Genç kızlarda anoreksiya nervozanın binde bir, bulimiya nervozanın yüzde bir olduğu bildirilmektedir. Erkeklerde seyrektir. Klinik örneklerde erkek kadın oranı,1/10 dur.
• Erişkin Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite
Bozukluğu
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) çocukluk çağında başlayan, etkisi tüm bir yaşama yayılabilen, süreğen bir nöropsikiyatrik bozukluktur. Biyolojik kökenleri üzerine yapılan kalıtım, genetik ve beyin görüntüleme araştırmaları bu bozukluğu anlayabilmemiz yönünde önemli katkılar sağlamıştır. İyi tanımlanmış bir psikiyatrik bozukluk olmasına karşın, DEHB tanısıyla ilgili gerek sosyal-kültürel itirazlar ve gerekse eklenen psikiyatrik eş tanılar onun iyi anlaşılamayan bir bozukluk olarak kalmasına yol açmaktadır.
Ayrıca rahatsızlığın belirli dönemlerde farklı belirtilerinin ön plana geçişi anne-babaların, eğitmenlerin ve hatta hekimlerin kafasını karıştırabilmektedir. Toplumdaki DEHB yaygınlığı yaklaşık olarak çocuklukta % 8, ergenlikte % 6 ve erişkinlikte % 4 olarak bildirilmektedir. Çocukluk çağında zaten var olan dikkat eksikliği, hiperaktivite ve dürtüsel davranışlar ilk olarak okula başlamayla fark edilir bir hale gelmektedir.
Sınıfta oturamayan, oyunlarda arkadaşları ile yoğun sorunlar yaşayan ve okuma faaliyetlerinde gecikebilen çocuklar görece hızlı fark edilip tıbbi yardım almaları için yönlendirilebilmektedir. Yani önde gelen belirtiler hiperaktivite olduğunda, dikkatsizlikle ilgili belirtilerin önde olduğu durumlara göre daha erken tedavi başvurusu olmaktadır. Yine de tedavi arayışı ve etkin tedavilere ulaşma sayıları bozukluğun yaygınlığı değerlendirildiğinde oldukça düşüktür.
• Şizofreni
Şizofreni; duygu, düşünce ,davranışları etkileyen, halisünasyon (varsanı) ve hezeyanlarla (sanrı) seyreden bir rahatsızlıktır. Hezeyanlar (sanrılar): Aksi ispatlanmasına rağmen değiştirilemeyen, gerçeklikle bağı olmayan düşüncelerdir. Halüsinasyonlar ise (varsanılar): Başkası tarafından algılanmayan ve gerçekte var olmayan, işitme, görme, tat alma, koku alma ve dokunma ile ilgili duysal algılar.
Şizofreni hastaları; içe kapanık,duygusal olarak donuk olabilir, uygunsuz ve karmaşık davranışlar sergileyebilirler. Rahatsızlıklarına karşı iç görüleri yoktur ve özel, sosyal, mesleki hayatlarında bozulmaya yol açar.
Hasta ve hasta yakınlarının bu belirtiler hakkında bilgi sahibi olması, doğru bir tedavi ile belirtilerin kontrol altına alınabildiğini bilmeleri önemlidir. Bu belirtilere sahip olanların Psikiyatri uzmanına başvurmaları gerekir.
• Alkol ve Madde Bağımlılığı
ALKOL VE MADDE BAĞIMLILIĞI
Bağımlılık; yaşamı ve sağlığı olumsuz yönde etkilemesine rağmen madde veya alkol kullanımına devam edilmesidir. Bağımlılık mutlaka tedavi edilmesi gereken kronik bir beyin hastalığıdır. Bağımlılığa ilişkin beyinde birçok nörokimyasal, nörofizyolojik değişimler olmaktadır. Bağımlılığın davranışsal, sosyal, biyolojik ve genetik nedenleri vardır; ancak hiçbir neden bağımlılığı tek başına açıklamaya yeterli değildir. Kişinin ruhsal özellikleri, genetik yatkınlık, çevresel faktörler, maddeye ulaşılabilirlik, aile yapısı, toplumsal çevre ve kültürel özellikler kişinin madde kullanmaya başlaması ve bağımlılığa dönüşmesinde en önemli etkenlerdir. Bağımlılık bir anda gelişen bir durum değildir.
Bağımlılığın ne kadar zaman sonra gelişeceğine dair net bir bilgi bulunmamaktadır. Bu durum kişinin kullandığı maddenin türüne, maddenin saflığına, kullanım sıklığına, miktarına ve kişinin fiziksel ve ruhsal yapısına göre değişmektedir. Bağımlılık kısır bir döngüdür. Kişi önce maddeye karşı merak duyar, ama aynı zamanda da maddenin etkilerinden korkar. Eğer merak korkuyu yenerse "bir kereden bir şey olmaz" diyerek kullanmaya başlayan kişi bir kere denedikten sonra asla kullanmayacağını sanır, fakat bir türlü madde kullanmayı bırakamaz. Bundan sonraki aşamada kişi madde kullanımı ile ilgili sorununun olduğunu inkar etmeye başlar ve kontrolün kendi elinde olduğunu, istediği zaman bırakabileceğini sanır ve buna da inanır. Etrafındaki kişilerin uyarısına kulak asmaz.
Madde veya alkol bağımlılığı gelişen kişiler, bağımlısı olduğu maddeleri tasarladığından daha fazla almaya başlarlar. Bırakmak ya da kontrollü bir şekilde kullanmak için sürekli boşa çıkan bir çaba içerisine girerler. Kullandıkları maddeleri temin etmek, kullanmak ya da etkilerinden kurtulmak için çok fazla zaman harcarlar bunun neticesinde günlük işlerini aksatmaya başlarlar. Öğrencilerin okul devamlılığı ve akademik performansı azalır, aileleri ile çatışmaya girerler. Arkadaş grupları değişir. Eve geç gelmeye, yalan söylemeye, zamanının büyük bir bölümünü odasında geçirmeye başlarlar. Erişkinler ise işyerinde sorun yaşamaya başlarlar, ailesine yeterince zaman ayıramaz ve ihmal ederler, sürekli çatışma ve tartışma haline girerler. Tüm bunlara ek olarak, fiziksel ve psikolojik sorunlarının olduğunu bildikleri halde madde kullanmaya devam ederler. Defalarca bırakmak için karar verirler ama bir türlü başaramazlar. Başaramadıkları için suçluluk ve başarısızlık hislerine kapılırlar. Bu hislerden kurtulmak için daha fazla madde alırlar.
Bağımlılığın tanısı için aşağıda sayılan ölçütlerin yalnızca üçünün bir arada görülmesi yeterlidir.
• Kullanılan maddeye tolerans gelişmesi, madde kesildiğinde ya da azaltıldığında yoksunluk belirtilerinin ortaya çıkması,
• Madde kullanımını denetlemek ya da bırakmak için yapılan ama boşa çıkan çabalar,
• Maddeyi sağlamak, kullanmak ya da bırakmak için büyük zaman harcama,
• Madde kullanımı nedeni ile sosyal, mesleki ve kişisel etkinliklerin olumsuz etkilenmesi,
• Maddenin daha uzun ve yüksek miktarlarda alınması,
• Fiziksel ya da ruhsal sorunların ortaya çıkmasına ya da artmasına rağmen madde kullanımını sürdürmek,
Bağımlılık tedavi edilebilen bir hastalıktır,
Özellikle tedavi ilkelerini yerine getiren kişilerde alkol ve madde bırakma oranı çok yüksektir. Tedavi sadece kişinin alkol ve maddeyi bırakmasını değil, sosyal yaşamına geri dönmesini ve yaşamını sağlıklı biçimde sürdürebilmesini de içerir. Bu ise alkolsüz ve maddesiz yaşam tarzının inşa edilmesi ile mümkün olmaktadır. Alkolde, bağımlılık tedavisi uzun sürelidir. Kişinin tedavide kaldığı süre arttıkça, tedavinin başarılı olma ihtimali artar. Tedavinin süresi kişiden kişiye değişir. Kişinin 6 ay alkol-madde kullanmamasına tıbbi literatürde “kısmi düzelme” adı verilmektedir. Bu nedenle tedavinin aralıklı da olsa en az 6 ay sürmesinde yarar vardır. Ancak tedavi süreci bir yıl kadar devam etmelidir.
Bir yılın sonunda da gerekli durumlarda tedaviye devam edilmesi gerektiği bildirilmektedir. Bağımlılıkta tedavinin ömür boyu sürmesi gerektiğini ileri süren çalışmalarda vardır. Öncelikle kişi başvurduğu zaman bedeninin alkol ve maddeden arındırılması gerekir. Buna detoksifikasyon adı verilir. Alkol ve madde bırakıldığında ciddi yoksunluk belirtileri ortaya çıkacağı için tıbbi bir tedavinin uygulanmasını gerekli kılar. Tek başına ilaç tedavisi yeterli değildir. Kişinin kendisini tanıması, alkol madde kullanma davranışını öğrenmesi, alkol ve madde kullanma nedenlerini anlaması, tekrar başlamaması için neler yapması gerektiğini öğrenmesi sağlanır. Bu amaçla bireysel ve grup terapileri yararlı olmaktadır. Ailenin ve bağımlı kişinin eğitimi de tedavinin içinde yer almaktadır. Tedavi süresi uzadıkça başarı şansıda o oranda artar.